Sabancı Üniversitesi Öğretim Üyesi, Siyaset Bilimci Prof. Dr. Ersin Kalaycıoğlu Vatan gazetesinden Mine Şenocaklı'ya konuştu: Çünkü muazzam bir iletişimci Erdoğan. İnsan ilişkilerinde müthiş başarılı. Dünyada örneği çok az görülen kalitede bir lider; bu şüphesiz. O söylediği zaman kabul ediliyor, alkışlanıyor, siz ya da ben söylersek asla. Hele muhalefet söylerse rezalet! Yoksa AKP'nin orijinal olarak ortaya koymuş olduğu hiçbir yeni fikir yok. Erbakan'ın söylemini kısmen aldılar, Derviş'in söylemini kısmen aldılar, Özal'ın söylemini kısmen aldılar. Ama bu yeni oldu!
İşte o röportaj:
Hocam, "Başkanlık sistemini CHP istemiyor. Çünkü bu ikili sistemde asla iktidara gelemeyeceğini biliyor" diyenler de var, "Eğer başkanlık sistemi olsaydı, 2002'de Kemal Derviş başkan seçilebilirdi" diyenler de... Siz ne diyorsunuz?
Hayır seçilemezdi. Ben orada da birçok kişiden ayrılıyorum. Deniyor ki AKP'nin iktisadi programı güçlü olduğu için bugünkü gücü devam ediyor. Ben katılmıyorum bu görüşe. Birincisi, AKP'nin iktisadi programı falan yoktu 2002'de. Açın, o zamanki parti programlarına bakın, yeni bir şey yok ortada. Kemal Derviş'in programını alıp aynen uyguladılar. Ama Kemal Derviş popüler bir insan değildi. Nitekim kendisi de bunu fark ettiğinden Yeni Türkiye Partisi'ne girmedi, CHP'ye girdi. O CHP de fazla oy alamadı.
Ben yine de o seçimlerde Derviş'in CHP oylarına katkısı olduğunu düşünüyorum...
Ama Derviş popüler değildi. "İzlediği program, özellikle de özelleştirmeler işsizlik yaratıyor" diye çok eleştiriliyordu... Evet, bunların hepsi söz konusuydu ama AKP tarafından da uygulandı. Ve aynı program çok büyük destek aldı seçmenden... Çünkü Derviş'in görüntüsü daha aristokratik, Erdoğan'ın görüntüsü daha bir alt sınıf görüntüsü. Kasımpaşa'dan çıkmış, seçmen ortalamasına daha yakın.
Seçmene daha umut veren...
Aynı şeyi söylüyorlar. Ama Erdoğan oy alıyor, Derviş oy alamıyor. Veya Erdoğan muazzam popüler, Derviş değil. Ortada böyle ince, eski tabiriyle rakik, kültürel algılamalar ve şartlanmaların ürettiği farklılıklar var.
Tabii bir de çok büyük bir damar var, muhafazakârlık...
Tabii... İdeoloji var, cemaat var, din var, etnik ilişkiler var. Bunların hepsinin dışında olan Derviş'e her türlü eleştiri rahatlıkla yapılabiliyor ve o gözden düşebiliyor. Ama Derviş'in söylediklerini aynen uygulayan Erdoğan, "Çok güzel ekonomik program uyguladı" diye herkes tarafından alkışlanıyor.
Ama en azından o iyi giden şeyi bozmadılar. Bu önemli bir şey değil mi?
Bu büyük bir basirettir tabii... Gayet becerili davrandılar, gayet başarılı oldular bunda. Bu asla küçümsenemez. Ama ortada çok önemli bir iletişim başarısı var. Muazzam bir iletişimci Erdoğan. İnsan ilişkilerinde müthiş başarılı. Dünyada örneği çok az görülen kalitede bir lider; o şüphesiz. Bu tartışılacak bir şey değil; gayet açık gözüküyor. O söylediği zaman kabul ediliyor, siz ya da ben söylersek asla.
Hele muhalefet liderleri söylerse...
O zaman tam bir rezalet olarak kabul ediliyor. Mesele budur. Buna çok dikkat etmek lazım. Yoksa AKP'nin orijinal olarak ortaya koyduğu hiçbir yeni fikir yok. İslamcılık ceryanı mesela, 300 senedir söylenenleri söylüyorlar zaten.
Üstelik Erbakan çok daha güçlü söylüyordu galiba?
Evet. Erbakan'ın söylemini kısmen aldılar, Derviş'in söylemini kısmen aldılar, Özal'ın söylemini kısmen aldılar. Ama bu yeni oldu! AKP'nin yeni olarak söylediği hiçbir şey yok. Ama söyleyenlerin kişiliği, içinden geldikleri pozisyon, söyleme şekilleri, kendilerinin çok iyi bir iletişimci olarak, bunu gayet iyi pazarlayıp takdim edebilmelerine ve başarıyla bu fikirleri satabilmelerine neden oldu, oluyor. Onun için bunu gözardı etmemek, başkanlık tartışmasının içeriğinin ne olduğunu iyi görmek gerekiyor. Yani bizim bugün parlamenter sistemin eksikleri olarak gördüklerimizin yerine başkanlık sisteminin daha büyük eksikliklerini getirme riskimiz var. Bu iletişim başarısı sayesinde...
Cumhurbaşkanlığı seçimine az kaldı. Sizce ne olacak?
Tuhaf bir şey çıkacak ortaya. Siyaseten sorumsuz, yetkisiz ve hesap vermeyen bir cumhurbaşkanı seçmiş olacağız. Cumhurbaşkanı seçilecek, 5 sene sonra halka gidecek, tekrar oy isteyecek ve hesap vermeyecek! Çünkü biz cumhurbaşkanını nereye koyacağımızı anayasayla düzenlemedik henüz. Onun için acayip idari yetkileri olan bir cumhurbaşkanımız var. Fakat sorumluluğu yok. Cumhurbaşkanlığını problem yapan, 1982 Anayasası'nın cumhurbaşkanlığını vesayet kurumu haline getirmiş olması. Cumhurbaşkanlığı, idareyi yönetecek, son sözü söyleyecek makam... Halbuki parlamenter rejimler özellikle Avrupa'daki süreçte devlet başkanlarını önemsiz hale getirmişlerdir. Çünkü bu rejimler krala karşı savaşan parlamentolar aracılığıyla kurulmuştur. Dolayısıyla yetkiler kraldan alınmış, parlamentoya verilmiştir. Biz tekrar devlet başkanına yetki devrettiğimiz zaman, parlamenter rejimin mantığına aykırı bir şey yapmış oluyoruz. Onun için "Bizde yarı parlamenter bir sistem var, parlamenter değil" diyorum. Çünkü cumhurbaşkanına böyle yetkiler verdiğinizde parlamenter rejimin dışına doğru gidiyor sistem ve yarı başkanlık gibi bir şey haline geliyor. Onun için bizim derdimiz cumhurbaşkanını olabildiğince sembolik hale getirmek. Yoksa seçebiliriz. Avusturya Cumhurbaşkanı da, İzlanda Cumhurbaşkanı da, Singapur Cumhurbaşkanı da halk oyuyla geliyor. Ama yetkileri yok. Bu kadar çok yetki verirseniz cumhurbaşkanına, o zaman aynı zamanda siyasilerin gözünde çekici bir hale geliyor. Bu sefer, 'Nasıl olur da cumhurbaşkanı olurum' diye düşünmeye başlıyorlar. İkinci bir problem daha var; bu bütün parlamenter oyunun kurallarını değiştiriyor. Parlamentoya verdiğiniz ağırlığı azaltıyor. Sistemi iki başlılığa doğru kaydırıyor. Başkanlık sisteminde ortaya çıkan birçok problem burada da ortaya çıkmaya başlıyor. Dolayısıyla Türkiye'de parlamenter rejimlerde olmayan bir vesayetçi cumhurbaşkanlığı kurumu, bir garabet olarak yaratılmış durumda. Şimdi tabii anayasa değişmeden cumhurbaşkanlığı seçimine gidilirse cumhurbaşkanı halk oyuyla seçilecek ama halka hesap vermeyen bir kurum haline gelecek. Çünkü diyorsunuz ki anayasada, cumhurbaşkanı sorumsuzdur. Peki cumhurbaşkanının aldığı kararlardan herhangi bir sorumluluk ortaya çıkıyor mu, çıkıyor. Kim sorumludur bundan? Başbakan. Bu akıl dışı bir şey. Seçilmiş olan sorumlu değil, onun yerine başbakan sorumlu.
Çalışma Bakanı Faruk Çelik, "Cumhurbaşkanı'nı halk seçsin dediğimiz gün başkanlık sistemine geçtik aslında" diyor.
Başkanlık değil, yarı başkanlık. Yanlış konuşuluyor. Sap saman, kavramlar her şey havada uçuşuyor. Yarı başkanlıktaki esas problem başbakan ile cumhurbaşkanı arasındaki uzlaşmazlıkta yatmaktadır. Öbür tarafta ise yasama organı ile başkan arasında çifte meşruiyet problemi var. Burada ise bu problem, meclis, hükümet, başbakan ve cumhurbaşkanı arasına taşınıyor. Daha karmaşıklaşıyor. Bu makamlar aynı partinin elinde olmadığı sürece kavgaya neden oluyor. Nitekim biz buna yakın bir durumu yaşadık. Ahmet Necdet Sezer ve AKP arasında... Ama 'Biz şimdi bunu yapalım, nasıl olsa iktidara AKP'li birisi gelecektir, cumhurbaşkanı da AKP'li olacaktır, kavga çıkmayacaktır' deniyorsa, orada ufak bir hesap hatası olabilir. Çünkü Turgut Özal, başbakan olarak Yıldırım Akbulut'u atadığı vakit böyle bir problem çıkacağını düşünmüyordu ama çıktı. Akbulut özellikle Irak politikası konusunda Cumhurbaşkanı'yla ters düştü ve direndi. Hükümet bir yana çekiyor, cumhurbaşkanı bir yana çekiyor pozisyonuna geldik. Bu yüzden cumhurbaşkanı olacak kişi, eğer Demirel gibi, Özal gibi güçlü bir siyasi kişilik olacaksa, karşısına çıkacak başka güçlü siyasiler ciddi problem yaratacaktır. Aynı zamanda tabii cumhurbaşkanı olacak kişinin başbakanı seçme yetkisi var. O, atıyor. Dolayısıyla güçlü olabilecek kişiyi atamama gibi bir tercihte bulunabilir, ki bu da iktidara gelen partiyle cumhurbaşkanı arasında yeni gerilimlere, itişmelere sebep olabilir. Bunların hepsi Türkiye'de yönetim zafiyeti yaratacak adımlar. Görünen o ki, önümüzdeki dönemde cumhurbaşkanı seçimine giderken de sorun yaşayacağız, cumhurbaşkanı seçiminden sonra da...
Ama Özal ile Akbulut arasında yaşananlar, Gül ve Erdoğan arasında yaşanmadı...
Bunun yaşanmamış olması, ilerde böyle bir sorunun yaşanmayacağı anlamına gelmez. Kişisel kimya uyuşmazlıkları, farklı ideolojilerden gelmiş olmak, partinin öncelikleriyle cumhurbaşkanının önceliklerinin birbirinden ayrılması gibi birçok nedenle cumhurbaşkanları ile başbakanlar ve onları destekleyen meclisler dünyadaki örneklerde çatışıyor. Bizde neden bu problemler ortaya çıkmasın? Dolayısıyla bugünkü konjonktürdeki AKP ağırlığına bakarak anayasa yaparsak AKP için anayasa yapmış olacağız. Peki biz bu anayasayı AKP için mi yapıyoruz? Bir dönem, iki dönem için mi yapıyoruz, Türkiye'nin demokrasiyle yönetilmesi için mi yapıyoruz? AKP için yapıyorsak eğer o zaman her iktidar değiştiğinde yeni anayasa yapacağız demektir, ama o da demokrasinin yerleşmesini sağlamaz.