Vatan yazarı Ruşen Çakır, yargı-polis-MİT üçgeninde patlak veren krizin ardından ortaya atılan "AK Parti-Cemaat kavgası" tartışmalarıyla birlikte Erdoğan ve Fethullah Gülen'i merkeze alan bir yazı dizisi başlatmıştı.
BENZERLİKLER VE FARKLILIKLAR
Yazı dizisinin ilk dört bölümünde AK Parti ile Gülen Cemaati arasındaki benzerlikler ve farklılıklar masaya yatırılırken, iki oluşum arasındaki kırılma noktaları da kaleme alınmıştı.
CEMAAT HATA YAPTI
Bugün, Vatan gazetesindeki Erdoğan-Gülen karşılaştırmasına son yazısı ile noktayı koyan Ruşen Çakır, yargı ile MİT arasında patlak veren krizde Gülen cemaatinin stratejik bir hata yaptığını ve hareketin lideri olarak da Fethullah Gülen'in bu hatayı telafi edebileceğini ifade etti.
İşte Ruşen Çakır'ın Vatan'da yer alan bugünkü yazısı;
Gülen hareketi bir başarı öyküsüdür ama tarihinde başarısızlıklar da vardır. MİT krizinin büyük bir stratejik hata olduğu kanısındayım. Sanıyorum Fethullah Gülen, hareketini kademeli bir şekilde bu çizgiye çekecek ve bu stratejik hatayı telafi edecektir.
KİŞİLER CAMİAYI BAĞLAMAZ
Fethullah Gülen, 20. yüzyılın son çeyreğinde Türkiye'ye damgasını vurmakla kalmadı küresel bir hareketi yoktan var etti. Bu hareketin, Müslüman Kardeşler, Rabıta, Tebliğ Cemaati gibi diğer uluslarötesi İslami yapılanmalardan en önemli farkı, dini değil eğitimi ön plana çıkarması; böylece sadece Müslümanlara değil her inançtan insanlara seslenebilmesidir. Bu hareketin 21. yüzyılda da etkisini kaybetmemesi, tam tersine sürekli güçlenmesine bakarak tam bir başarı öyküsüyle karşı karşıya olduğumuzu söyleyebiliriz. Kuşkusuz bu başarı kolay elde edilmemiştir ve ana öznesi Fethullah Gülen'in kendisidir. Onun ilk günden itibaren her adımını özenle attığını, her öğrencisini bizzat yakından kontrol ettiğini biliyoruz. Bu vesileyle "Hocaefendi iyi ama çevresinde kötü unsurlar olabilir" şeklindeki akıl yürütmelerin pek fazla geçerli olduğunu düşünmediğimi belirteyim. Hiç kuşkusuz her geçen gün daha da büyüyen bu yapı içinde çok ciddi hatalar yapan kişiler olmuştur, olacaktır, ama kimsenin tüm camiayı zan altında ve zor durumda bırakacak yanlışlar yapma hak ve imkanları olduğu kanısında değilim.
GÖRÜŞ FARKI ÇOK DOĞAL
Yalnız şu noktanın altını çizmeliyiz: Yer kürenin dört bir tarafına dağılmış ve medya, eğitim, sağlık, ticaret, bürokrasi gibi birbirinden farklı alanlarda çalışan isimler harekete ne kadar bağlı olsalar, merkezi disipline sonuna kadar riayet etseler de aralarında görüş ve bakış ayrılığı olması son derece doğaldır. Güncel bir örnek verelim: Gazeteciler ve Yazarlar Vakfı yeni anayasada Kürtçe eğitime kapı aralanmasını savunurken, güvenlik bürokrasisinde yer alan veya onlara yakın olan bazı isimler "hangi Kürtçe?" gibi artık anlamı kalmamış bir soruya sırtlarını dayayıp bu tür önerilere bir tür bölücülük muamelesi yapabiliyor. Yine sözünü ettiğimiz vakıf gayrımüslimlerle olabildiğince diyalog geliştirmeye çalışırken, başkaları hoşlarına gitmeyen insanları "kripto Ermeni" veya "kripto Yahudi" gibi ayrımcı sıfatlarla yaftalayabiliyorlar.
İKİ STRATEJİK HATA
Gülen hareketi bir başarı öyküsüdür ama tarihinde başarısızlıklar da vardır. Bana göre bunların en çarpıcılarından biri 28 Şubat sürecinin başlarında geliştirilen, ama bir süre sonra sıra kendilerine gelince yanlış olduğu anlaşılan, diğer İslami yapıların uğradığı mağduriyetlere kayıtsız kalma stratejisidir. Son MİT krizininse çok daha büyük bir stratejik hata olduğu kanısındayım. "Gülen hareketini, belki de tarihindeki en büyük hataya ne sevk etmiş olabilir?" diye sorulacak olursa öncelikle AKP hükümetinin ve tabii ki Erdoğan'ın gücünü yanlış hesapladıklarını; buna bağlı olarak AKP'nin kendi desteklerini asla riske atmak istemeyeceğini düşünmüş olduklarını söyleyebilirim.
CEMAAT KOPUŞU KABULLENMİYOR
Ancak esas sorun, AKP ile Gülen hareketinin Türkiye'ye bakışlarında ciddi bir kopuş yaşanması ve cemaatin de bu kopuşu kabullenmeye yanaşmamasından kaynaklanıyor. Şöyle ki askeri vesayetin tasfiyesi için polis-özel yetkili mahkemeler işbirliğiyle yürütülen operasyonlar hep birlikte öne çıkarıldı. Ama belli bir aşamadan sonra hükümetin ülkeyi "normalleştirmek" istediğini, ama diğer tarafın operasyonları sonlandırmak bir yana hayatın her alanına el atmaya giriştiklerini gördük. Şike soruşturması bunun en açık örneğidir.
Polis-savcı-yargıç üçgeninde kotarılan operasyonların giderek yeni tür bir toplum mühendisliğine dönüştüğü imajı ve bunun içerde ve dışarıda doğurduğu tepkiler hükümeti bir süredir rahatsız ediyordu ki MİT krizi bardağı taşıran damla oldu. (Bu süreçte epey fonksiyonel olan, medyaya iliştirilmiş bazı isimlerin son günlerde Ergenekon vb. yapılardan çok AKP hükümetini hedef tahtasına oturtuyor olmaları hiç şaşırtıcı olmasa gerek. İçlerinden bazılarının Erdoğan'a nasıl siyaset yapması gerektiği konusunda şantajvari tavsiyelerde bulunmaları en hafif deyimle, insanı gülümsetiyor.)
KRİZİN ÖNÜNÜ KESEBİLİRLER
Birileri çoktan "yiyorlar birbirlerini" diye ellerini oğuşturuyor olabilir ama AKP hükümetiyle Gülen hareketinin bu krizin kronikleşmesinin önünü birlikte almaları imkansız değil. Bu da ancak, devlet içindeki Gülen camiasına mensup etkili isimlerin artık devrin değiştiğini kabul etmeleri, ülkenin normalleşmesini engellemekten vazgeçmeleriyle olacağa benzer. Sanıyorum Fethullah Gülen, hareketini kademeli bir şekilde bu çizgiye çekecek ve bu stratejik hatayı telafi edecektir.
Daha söylenecek çok şey var ancak bu diziyi bir yerde bitirmemiz lazım. Son olarak yıllardır dile getirdiğim çağrıyı tekrarlamak istiyorum: Gülen hareketi bir an önce şeffaflaşmalıdır. Bu yaşanmaksızın Türkiye'nin normalleşmesi mümkün olacağa benzemiyor.
-BİTTİ-